Facebook Sessizliği

Uzun zamandır Facebook ve Twitter’da herhangi bir şey yazmamaya gayret ediyorum.

Bundan birkaç yıl önce birçoğunu yakından tanıdığım insanların yazdıklarını okumak, kendi düşüncelerimi de paylaşmak için açtığım Facebook sayfam zamanla basın dünyası ile iletişim kurduğum bir yer haline geldi.

Geçen seneye kadar sayfamda kısa paylaşımlar yapar, düşüncelerimi ifade etmeye çalışırdım. Ancak son dönemde bunu yapamaz oldum. Bir ara aylarca sayfama girmedim, kimsenin yazdıklarını okumadım. Ancak iş gereği yeniden dönmem icap etti. Ama şu anda sessiz bir şekilde Facebook vatandaşlığıma devam ediyorum. Bir şey yazmak istediğimde ise blogumu kullanıyorum. Sonuçta blog sayfam bana ait ve kimse burayı okumak zorunda değil. Okuyanlar da özellikle girip okumayı tercih eden insanlar. Facebookta böyle bir rahatlık yok. Yazdığınız her şey arkadaşlarınızın sayfasında görünüyor ve okunuyor.

Sosyal medyanın insanı sürekli konuşmaya ve yazmaya tahrik eden bir tarafı var. Söyleyecek şeyi olsa da olmasa da bir şeyler söyleme arzusu beğenilme ve takdir edilme arzusu ile birleşince sürekli mesaj veren, aba altından sopa gösteren, fırça atan, eleştiren, vaaz veren bir tip doğuruyor. Bir tanıdığım geçenlerde “sosyal medya hayatımızı perişan eti. Eskiden saygı duyduğumuz, büyük adam gözüyle baktığımız insanların çoğu sosyal medyayla birlikte sıradanlaştı, küçüldü ve değerini yitirdi” dedi. Ben de kendisine hak verdim. Sözün gümüş sükutun altın olduğu bir anlayışla yetişenlerin neden altın yerine gümüşü tercih ettiğini anlamak zor.

Oturup çay kahve içmediğiniz insanlarla anlamsız tartışmalara girmek, siyasi münakaşalar yapmak, adresi belli olmayan ince mesajlar vermek hep sosyal medya hastalığının tezahürleri. Dost meclislerinde otururken “Facebookta yazdım ben bunu” yada “ben bununla ilgili bir tweet atmıştım” ifadelerini çokça duyar olduk.

Hepimizin ahlak, namus, vatan ve haysiyet bekçisi olduğu bir platforma dönüştü sosyal medya. Klavye kahramanlığı yapmayanların herhangi bir düşüncesi yokmuş da o yüzden konuşmuyorlarmış gibi bir kanaat bile oluştu. İki sohbet dinleyen tasavvuf hakikatleri patlatıyor sayfasında. Nasihat üstüne nasihat. Kınama üstüne kınama. Levvame nefis kendini kınaması gerekirken nedense hep başkalarını irşad etmeye çalışıyor. Herkes en büyük dindar, en büyük vatansever, en büyük ahlak abidesi…

Sosyal medya paylaşımları üzerinden takılan imaj maskeleri gerçek yüzümüzü gölgelemeye başladı.

Sayfama ne zaman girsem, sağlı sollu bir sürü fırça yemiş gibi hissediyorum kendimi. Paylaşımlara bakınca herkesin vefasız, ahlaksız olduğunu, hata üstüne hata yaptıklarını velhasıl yaptıkları her şeyin zararlı ve yıkıcı olduğunu öğreniyoruz. Bu birilerinin kim olduğu hiçbir zaman ifade edilmediği için de “bu sözler acaba bize mi?” algısına kapılıyor okuyucu.  Ben de eskiden yazdıklarımla herhalde okurlarımın bu tür duygulara kapılmasına sebep oluyordum. Bunu fark edince sosyal medyayı eş dostla haberleşme dışında kullanmama kararı aldım. Sosyal medyanın gürültüsünden usanan bütün dostlarıma da sessizliği tavsiye ediyorum. Konuşmayı bıraktığımızda konuşulanlar artık insanı etkilememeye başlıyor. Beğeniler umurunuzda olmuyor. Acaba burada kime laf sokuldu gibi düşüncelerden de kurtuluyorsunuz. Eller buğday biz saman, eller yahşi biz yaman diyerek yolunuza devam ediyorsunuz.

 

 

 

Facebook Sessizliği” için bir yorum

Yorum bırakın