İçinde yaşadığımız mekanı derinliğine tefekkür etmek bizim için, onun imkanlarının ve sınırlarının neler olduğunun bilinmesini ve nereye kadar adım atabileceğimizi göstermesi bakımından önemlidir. Topkapı sarayını basan ve birkaç kişiyi açtığı ateşle yaralayan ithal provokatörü bu işle görevlendirenler, şüphesiz, zamanın ve mekânın şartlarını, imkân ve sınırlarını çok iyi bilmektedirler. Osmanlı’nın imparatorluk stratejisinin karargahı olan bir mekanı, Suriye plakalı bir araçla İstanbul’a gelen Libyalı bir “meczup”a bastırmak açıktır ki, insanları öldürmek üzere girişilmiş bir eylem değildir. Başbakan’ın “iç meselemiz” olarak tanımladığı Suriye’nin olduğu kadar Libya’nın da günümüz Türkiye’si için ne anlama geldiği ortadadır. Türkiye’nin etkili ve büyük bir güç haline gelmesinde Akdeniz havzası ve Arap coğrafyası bir tür mecburi istikameti gösterir. Bu coğrafyaya uzanamayan bir Türkiye’nin sınırlarını aşabilmesi ve ciddi bir güce dönüşmesini beklemek hayal olacaktır. Bundan dolayıdır ki Topkapı sarayında gerçekleştirilen bu eylem derin bir sembolizme sahiptir. Cevabının da benzer bir sembolizm ile verilmesi ulaştırılmak istenen mesajı doğru anlayıp anlamadığımızı ortaya koyacaktır.
Jeopolitiğin Sürekliliği
Jeopolitik düşünme biçimi, mekanın aklını ve ruhunu okumak olarak adlandırılabilir. İnsan yaşamını çevreleyen toprağın, dağın, bozkırın, suyun ve ormanın insanın dünya algısını ve kültürel değerlerini doğrudan etkilediği biliniyor. İnsanların içinde yaşadıkları şehirlerin, evlerin mimarisi ve koşulları bile fertlerin hayatla kurdukları ilişkiyi belirlemede önemlidir. Aynı şekilde devletlerin de üzerinde kuruldukları topraklar ve kendilerini çevreleyen coğrafi şartlar onları ya sınırlandırır yada onlara çok geniş imkanlar bahşeder. Bu yüzden “büyük devlet” vizyonuna sahip olan ülkelerin jeo-politikalarını anlamak onların içinde bulundukları coğrafi (burada coğrafiden kasıt sadece fiziki değil aynı zamanda beşeri, ekonomik imkanlardır) şartları ülkelerinin büyümesi lehine nasıl kullanabileceklerine dair projeksiyonlarını göstermesi bakımından önemlidir. Her ülkenin sahip olduğu fiziki, coğrafi ve tarihi şartlar o ülkenin hangi yöne doğru büyüyebileceğini ve hangi yollarla bunu yapabileceğini gösterir. Dahası her ülkenin jeopolitiğini formüle edenler devletlerinin büyüme-güçlenme sürecini gerçekleştirirken hangi ilkeler ve yöntemlerle gerçekleştireceğini de ortaya koyarlar. Bu yüzdendir ki Alman, İngiliz, Fransız, ABD ve Rus jeopolitik aklını anlamaya çalışmak, bu güçler tarafından yürütülen büyük stratejinin ipuçlarını anlamamız için elzemdir.
Jeopolitiğin üç beş yıllık konjonktürel hesaplarla ilgisi yoktur. Üzerinde yaşadığımız mekanın fiziksel ve beşeri şartları tamamen değişmediği sürece jeopolitiğin değişmesi mümkün değildir. Ve bu öyle bir gerçektir bunu görmezden gelen her siyaset o ülkenin iç dinamikleri tarafından tasfiye edilmeye mahkum olur. Bu yüzden aynı mekan üzerinde kurulan devletler ideolojik olarak birbirinden farklı bile olsalar nihayetinde aynı jeopolitiğin sürdürücüsü olmak zorundadırlar.
Türkiye’de son yıllarda meydana gelen değişiklikleri de yine bu yüzden jeopolitik bir zorunluluk olarak (tarihi zorunluluk) görmek mümkündür. Bugüne kadar ülkenin yönetici elitini oluşturan zümrenin Türkiye jeopolitiğinin zorunluluklarının çok az farkında olduğunu söyleyebiliriz. Bu zümrenin beşeri-kültürel şartlarını bir türlü kabullenemedikleri bu jeopolitik durumu ülke için bir büyüme ve genişleme imkanına dönüştüremeyecekleri ortadaydı. Rudolph Chellen, mekanın devletin bedeni, halkın ise onun ruhu olduğunu ifade ediyor. İşte bu ruhu oluşturan halkın, bedeninin zorunluluklarına göre hareket etmeyen ve onu dışlayan bir zümreyi tasfiye etmemesi mümkün değildi.
Büyük Oyunun Büyük Oyuncuları
Bundan sonraki birkaç yazıda, büyüklük vizyonuna sahip ülkelerin jeopolitik kuramlarından yola çıkarak bu ülkelerin güç tasavvurlarının nereye kadar uzanabildiğini ve neye ulaşmaya çalıştıklarını anlamaya çalışacağız. Dünya siyasetine yön veren güçlerin yüz yıl öncekilerden farklı olmadıkları görülüyor. Başbakan’ın son dönemde sık sık Almanya ile ilgili açıklamalar yapması, Akdeniz’de Fransa ile yaşanan rekabet, İngiltere’nin Ortadoğu’da her geçen gün artarak hissedilen ağırlığı, Rusya’nın Avrasya Birliği hayali ve füze kalkanı projesine karşı füzelerini Türkiye’ye çevirme tehdidi aslında büyük oyuncuların değişmediğini göstermektedir. Dahası büyük oyunun önemli sahalarından birinin yeniden Ortadoğu ve Akdeniz çevresi olduğunu ortadadır. Türkiye ise her geçen gün büyük oyunun merkezine doğru çekilmektedir. Bazı çevrelerin bu gelişmeleri Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” konseptinin eseri olarak yorumlaması ve Türkiye’nin bundan zarar göreceğini söylemesi doğrusu nakıs bir bakış açısına sahip olunduğunu göstermektedir. ABD’de 1990’ların başında yazılan raporlarda bile Türkiye’nin Ortadoğu ve Balkanlarda etkin bir güç haline geleceği, 2000’lerden sonra Türkiye’nin daha farklı bir konsepte bürüneceği zaten ifade ediliyordu. Anadolu yarımadası üzerinde bin yıllık geleneğin varisi olan bir ülkenin başka birçizgide ilerlemesi de beklenemezdi zaten.
Klasik Alman Jeopolitiği ve Ahlak Sorunu
Esasında İbn-i Haldun’dan beri bilinen mekan-insan-devlet ilişkilerini devlet yapılarının yayılma ve büyüme stratejilerinin temeline yerleştiren ilk kişinin Friedrich Ratzel olduğu kabul edilir. Genel olarak jeopolitiğin olduğu gibi klasik Alman jeopolitiğinin de kurucusu sayılan Ratzel, devleti coğrafi ve biyolojik bir organizma olarak kabul ediyordu. Bu organizmanın yaşam ilkeleri de haliyle biyolojik kanunlar tarafından belirleniyordu. Ratzel’in eserlerini ortaya koyduğu yıllar Almanya’nın sömürgecilik sahasında geç kalmışlık hissi ile yayılma alanları arayışında olduğu dönemdir. Ratzel böyle bir arayış içindeki Alman devletine yayılmanın “evrimsel” ve “biyolojik” ilkelerini öğretiyordu. Almanya’nın ekonomik ve siyasi sorunlarının temelinde yayılamama sorununun yattığını savunan Ratzel bu sıkıntının, Alman halkının dinamizmine engel olduğunu iddia ediyordu.
Ratzel’in devlet-mekan ilişkilerini değerlendirirken söylediği şeylerin bir çoğunun tarihsel gerçeklerle uyumlu olduğu söylenebilir. Ancak kendisi ile birlikte başlayan Alman jeopolitiğinin sürekli ahlaki sorunlar barındırdığı ve bu sorunu aşmakta zorlandığı da başka bir gerçektir.
Ratzel’in ardılları olan İsveçli takipçisi Rudolph Chellen’in sosyal Darvinist ilkelere bağlılığı, Hashofer’in Hitlerin akıl hocalarından biri olması gibi örnekler klasik Alman jeopolitiğinde ahlak zafiyetinin aşılamadığını göstermektedir.
Ahlaki sıkıntıları bir yana koyduğumuzda klasik Alman okulunun görüşlerinin Anglosakson stratejisine karşı konulması üzerine kurulu olduğu görülür. Haushofer’in Kontinental Blok’unun, Karl Schmidt’in Grossraum’unun, Alfred Tirpitz’in Berlin’den başlayarak İstanbul’u da geçen ve Basra’ya uzanan kıtasal jeostratejisinin temelinde hep bu mücadelenin izleri görülür. İngilizlere karşı durmak Alman jeopolitiğinin değişmez ilkesi olarak kaldığı görülmektedir.(devam edecek)
Aralık 2011- Milat Gazetesi