Belirsizlik Baharı

arap baharıLao Tzu, seksen küsur yıllık hayat tecrübesinin sonunda, “Düzeltmeyle mi işin üstesinden geleceğiz. O zaman düzeltmenin yöntemi bozma olacaktır. Ondaki iyi sonunda kötü olacaktır” diyordu. Bunlar, dünyayı düzeltme gayretinin kendisinin eleştirisi olduğu kadar, bu eyleme girişenlerin niyetinin de çoğu zaman samimiyetten uzak olduğunu bilen bir bilgenin sözleriydi.

Libyada Muammer Kaddafinin linç edilerek öldürülmesi ve sonrasında yaşananlar zembereğin boşalmış olduğunu ve olayların başladığı aylardaki olumlu beklentinin tersine dönebileceğini gösteriyordu. Kendilerine yıllar boyu zulmetmiş birini cezalandıran insanların ağırbaşlılıktan yoksun, oyun oynuyormuş izlenimi veren eğlenceli halleri bu görüntüleri izleyen ve gerçek manada bir halk devrimi beklentisi içinde olan birçok kişinin zihnine şüphe tohumları düşürdü. İnsan öldürmeyi ve çürümeye başlayan bir cesedin başında fotoğraf çektirme işini festival havasında icra eden bir kitlenin daha neler yapabileceğine dair birçok tahminde bulunulabilir. Belki de tersine bir iyimserlikle, kurulacak demokratik bir rejimin kısa zamanda ülkedeki birçok algıyı değiştireceği ve toplumsal tepkilerin aşırılığını törpüleyeceği de söylenebilir. Sonuç her ne olursa olsun Arap baharının ilk bahar mı yoksa son bahar mı olacağı ve ardından hangi mevsimin geleceği sorusunun hala cevapsız olduğu ortadadır.

Türk kamuoyunun olduğu kadar, Türk bürokratik ve siyasi aklının da dünyayı nasıl okuduğu az çok malumdur. Derinliksiz okuma diyebiliriz bu okuma tarzına. Ülkemizin son birkaç yılda artan özgüven ve umudunun neye evrileceği ve Türkiye’yi nasıl bir yöne taşıyacağı da şüphesiz bu okumayı nasıl yapacağımızla yakından ilgilidir. Dünyanın değişmekte olduğu sloganlarının yerini dünyanın değişim sürecinde bizim rolümüzün ne olacağı sorusunun alması gerekiyor. Elbette bu soruyu sadece siyaset ve uluslararası ilişkilerdeki rolümüz için sormamalıyız. Belki de en başta bu alanlardaki konumumuzu belirleyecek olan sahalardaki paradigmamızın ne olacağını ve bu alanlarda başarılı bir sınav verip veremeyeceğimizi sorgulamakta fayda var. Ortadoğu’da devam eden süreçlerin uzun vadede lehimize mi yoksa aleyhimize mi gelişeceği de bununla ilgilidir. Burada kastedilen sadece Türkiye değildir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyanın tamamıdır. İkinci bir soru da bu süreçlerin ortaya çıkmasında aktif olarak müdahale ettiği belli olan büyük aklın sürecin sonundaki beklentisinin ne olduğudur. Yani bütün bu isyanların, cinayetlerin ve kargaşanın neyin habercisi olduğunu doğru değerlendirmek zorundayız.

Kaos’tan Düzen Kurma(-ma-)k.

Bu sorunun cevabını ararken, göz önünde bulundurmamız gereken önemli bir husus, strateji ve siyasi düşünce alanında son yıllarda bizim fazla takip etmediğimiz  gelişmelerin yaşandığıdır. Jeopolitik kuramlarının bile ülkemize neredeyse 20. yüzyılın sonuna doğru ulaştığı ve Türkiye’de bu konularla ilgili yapılan çalışmaların azlığı malumdur. Yapılan çalışmalarda da daha çok jeopolitik teorilerin “şuraya hakim olan buraya da hakim olur” şeklinde özetlenen formülasyonlarının öne çıkartıldığı görülüyor. Oysa bu teorilerin her biri yazıldıkları dönemde küresel hakimiyet uğrunda mücadele eden devletlerin izleyeceği yolu anlatırken hangi felsefi ilkelerden hareketle bunu yapacağının da işretlerini vermesi bakımından önem taşımaktadır. Dünyaya hakim olacak süper gücün nasıl bir yönetme yolu seçeceğini bu metinleri incelediğimiz zaman daha iyi kavrayabiliriz.

Dolayısıyla her dönemde, sabit veriler korunmakla birlikte uygulanacak olan stratejinin temellerinin hangi ilkeler üzerine kurulacağının yeniden şekillendirildiğini söylemek mümkündür.

arap baharı 2

Ülkemizde adı daha çok ABD’nin bir dönem Hazar bölgesindeki temsilcisi olarak bilinen Steven Mann’ın 1992 yılında “Kaos Teorisi ve Stratejik Düşünce” (Mann, Steven R. “Chaos Theory and Strategic Thought.” Parameters, Autumn 1992, pp.54-68) adlı makalesi stratejik düşüncenin 21.yüzyıldaki evriminin nasıl olacağının işaretlerini veriyordu. 18. ve 19. yüzyılın felsefi ve bilimsel paradigmaları üzerine kurulmuş olan askeri strateji ve siyasi düşüncenin 21.yüzyılın ihtiyaçlarına cevap veremediği önermesinden hareket eden Mann, fizik ve matematik bilimlerindeki gelişmelere paralel olarak siyasi ve stratejik düşüncenin de yenilenmesi gerektiğini ifade ediyordu. Aslında Mann tarafından dile getirilen bu düşünceler, daha önce Edward Lorenz ve İlya Prigogine gibi isimler tarafından ortaya konulan görüşlerin strateji ve siyasete uyarlanma çabasıydı.

Prigogine eserinin girişinde “dünyanın rasyonel açıklamasını yapma tarihi dramatiktir” diyor. Dünya gerçekliğinin rasyonel açıklamasını yapma denemelerinin başarıya ulaşamadığı ve Newton’dan miras kalan, nedenselliğe dayalı mekanik dünya görüşünün geçerliliği artık daha çok sorgulanıyor. Düzenle düzensizliğin aynı anda var olabildiği, yıkım süreçleri ile yeniden yapılanma arasındaki ilişkinin ilkeleri inceleniyor. Çizgisel bir düzlemde ilerlemeyen ve aslında çok daha karmaşık unsurları ihtiva eden bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Ve çoğu teorinin hesaba katmadığı şekilde interaktif bir sistemin içerisinde yaşıyoruz. Sistemin bu şekilde algılanmaya başlanması tabii olarak stratejik analizleri ve stratejik düşünceyi de derinden etkileyecektir. Dolayısıyla böyle bir tabloda alışageldiğimiz şekliyle kutupsal merkezlerin hakimiyetindeki dünya düzeninin de bir geçerliliği olmayacaktır. Mann’ın ifadeleriyle söylersek tek kutuplu yada iki kutuplu bir dünya sisteminden söz etmek mümkün değildir çünkü hesaba katılması gereken bir çok aktör ve etken vardır.

Bu gerçekten yola çıkılarak kaos ile düzen arasındaki yakın ilişki göz önüne alındığında karşımıza kaos mühendisliği teşebbüsleri çıkacaktır. Düzeni yeniden kurmak iddiasıyla kaosun yaratıcı gücüne daha çok başvurulabileceği ortaya çıkmaktadır.

Burada can alıcı soru şudur: arzu edilen sonuç kaostan bir düzen yaratmak mı yoksa hedefe konulan ülkelerin uzunca bir zaman kendine gelmesini engelleyecek bir belirsizlik ortamının yaratılması mıdır? Yani kaos sonucunda bir dönüşüm mü meydana gelecek yoksa kontrollü istikrarsızlık bir yönetme şekli olarak mı kullanılacak? Bu sorular önemlidir çünkü Libya’ya demokrasi getirmek için fiili olarak savaşa giren güçlerin neden radikal dinci olarak tanımladıkları unsurları depolar dolusu silahla donattığı anlamak kolay değildir. Afganistan, Irak ve benzeri ülkelerde yaşanan süreçlerin, İran’la ilgili gündeme gelen konuların, Sudan’ın bölünmesi ve daha bir çok meseledeki gelişmelerin anlaşılması için bu soruların doğru cevaplanması gerekmektedir.

Kasım 2011-Milat Gazetesi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s