Darbeyi yenmiş olmak yetmiyor. Şimdi bir de “neden darbeye karşı çıktınız ey Türk halkı, hiç mi insafınız yok?” diyenlerle uğraşmak gerekiyor.
Gezi eylemlerinden başlayarak, ülkemizin atlattığı son yıllardaki bütün büyük badireleri Moskova’dan takip ettim. Görevim dolayısıyla sadece takip etmekle değil, gelişmeleri buradaki basına ve kamuoyuna anlatmakla da yükümlüyüm. Haliyle yaşanan her olaydan sonra basın mensuplarının taarruzuna uğruyor ve günler boyunca aslında neler yaşandığını gazetecilere anlatmaya çalışıyorum.
Darbe teşebbüsü sonrasında da aynı şey oldu. Bir anda medyanın bütün gündemini Türkiye’ye dair haberler işgal etmeye başladı. Batı medyasından kopyala yapıştır yöntemi ile yapılan haberler yetmiyormuş gibi, yorumların da kopyalanmaya başlamasından sonra, darbeyi atlatmış olmanın sevinci, yerini, durumun vahametini ve derinliğini anlamayanlara izahat yapmanın zorluğuna bıraktı.
Telefonumu arayan her basın mensubuna “Fethullah Gülen ile ilgili Türk halkının görüşünü biliyor musunuz? Bu yapılanmanın Türkiye’nin son 40 yılındaki rolünden haberiniz var mı?” sorularını yönelttiğimde, “Amerikada yaşayan ılımlı müslüman bir vaizmiş ve IŞİD’e karşı çıkıyormuş. Hükümetiniz de bu adamı kendisine tehdit olarak görüyor ve kendisi ile mücadele ediyormuş. Öyle diyorlar” cevabını alıyorum. Neredeyse her birine Gülenizmin alfabesinden başlayarak meselenin derinliğini anlatmak gerekiyor. Bazılarına “Türkiye’ye gidip halkla konuşun, göreceksiniz ki Türk halkı sizin hiç beklemediğiniz cevaplar verecektir” diyorum. Rasputin’den bu yana böyle bir din adamıyla karşılaşmamış bir ülkede, bir din adamının devletin bütün kilit mevzilerini ele geçirmek için örgüt kurmuş olabileceğini ve sonuçta meşru hükümeti darbe ile düşürmeye teşebbüs etiğini anlatmanın zorluğu ortada. Rasputin’in silahlı ve milyonlarca insanı kendine bağlamış hali diyorum. Bunu biraz anlıyorlar.
Bir muhatabım “ama sokağa çıkanlar Allah Aqbar!” diye bağırıyor ve bu çok korkutucu diyor. Ben de “biz Müslümanlar namaz kılarken tekbir getiririz, sevindiğimizde veya üzüldüğümüzde de tekbir getiririz. bunun sizi korkutmaması gerekir” diye cevap veriyorum.
Sonra nereden ezberledilerse, “Türk ordusu laikliğin bekçisidir. O gece laiklik elden gitti. Neden buna izin verdiniz?” diyenleri dinliyorum. Bu defa da Türkiye tarihini, darbelerimizi, darbecilerimizi ve laiklik meselesini sil baştan anlatmak icap ediyor.
Şöyle bir şartlanma var. Türk ordusu darbe yaptıysa bunu kesinlikle başarmış olmalıydı. Başaramamış olması bunun gerçek bir darbe olmadığını gösteriyor. 1962, 1969, 1971, 1971,2007 diye sıralamaya başlıyorum…
Bu tuhaf diyaloglar böylece sürüp gidiyor.
***
Yaşanan süreç, bizi yıllarca demokrat olmaya davet eden Batının, aslında bize layık gördüğü hayat tarzının ne olduğunu da görmemizi sağladı. Bize diyorlar ki, “kendi kendinize sandıkçılık, demokrasicilik oynamayın. on-on beş yılda bir hükümetlerinizi silah zoru ile alaşağı eden bir ordunuz var. biz bu ordunun böyle yapmaya devam etmesinden rahatsız değiliz. siz bir Avrupa ülkesi değilsiniz. dolayısıyla ülkenizde meydana gelen askeri darbeyi sineye çekerek bununla yaşamaya alışmanız gerekiyor. sokağa çıkarak darbeyi engellemeye çalışmanız ayıptır. hele hele o askerleri dövmeye kalkışmanız kabul edilecek bir şey değildir.” Yani, “oturun oturduğunuz yerde, yeni icat çıkarmayın başımıza” diyorlar. İcat yapmak batılılara has bir şey olarak görülüyor anlaşılan.
Batı medyasının neredeyse tamamı Türk halkını aşağılayan yorumlarla dolu. Ne tankların ezdiği insanlar, ne helikopter ateşi ile yere serilen canlar ne de parlamento binasının bombalanmış olmasının pek bir ehemmiyeti yok. Hepsi düzmece, hepsi tezgah ve oyundan ibaretmiş. Darbeci generaller verdikleri ifadelerde darbe yaptıklarını bir bir kabul ediyor. Ama dünya basını, “Amerikalılar aya gitmedi, Nevada çölünde film çevirdiler” tadında bir komploya sarılmayı tercih ediyor. Rusya’daki medya organlarının bazısı da bu yorumları hiç bir süzgeçten geçirmeden kamuoyuna aktarma yolunu seçiyor.
“Ama Erdoğan bunu kendi çıkarları için kullanıyor” diye bir itiraz da bulmuşlar. Bunu duyunca anlıyorum ki bugüne kadar savaş kazanmış hiç bir komutan elde ettiği zaferi kullanmamış ve ilk kez bir devlet adamı, zaferini kazanıma dönüştürmeye çalışıyormuş. İkiz kuleler yıkıldığında birkaç kişinin suçundan dolayı bir ülkeyi işgal etmeyi meşru görenler, darbe teşebbüsünde bulunanları ve onların her düzeydeki destekçisini cezalandırmayı hak ihlali olarak değerlendiriyorlar.
Darbe gecesi yazdığım yazıda, bu tezgahı kuranların, bize nasıl bir gelecek tayin etmek istediklerini bilmediğimi söylemiştim. Yazılanları okudukça ve yükselen tepkileri gördükçe bu sorumun cevabını da almaya başladım. Bize özetle, “oturun oturduğunuz yerde” diyorlarmış. Ancak aldıkları cevap anladıkları dilden oldu ve millet bu küstahlara oturmaları gereken yerin neresi olduğunu gösterdi.