Bugün ilginç bir sokak deneyi izledim. Hollanda’da bir muhabir, İncili Kuran kapağının içerisine yerleştirerek sokaktaki insanlara İncil pasajlarını Kuran ayetiymiş gibi okuyor. El kesme, kadınları aşağılama, öldürme gibi modern insanı duyduğunda hoplatacak ifadeler geçince dinleyenlerin yüzü asılıyor. Kuran ne kadar da şiddeti teşvik eden bir kitapmış diyerek derin yorumlar yapıyor sokak ahalisi. İncil daha yumuşak, oysa Kuran sert, bu yüzden Müslümanlar da öldürmeye ve kadınları aşağılamaya çok meyilliler diyorlar. Olayın sonunda muhabir, üstünde Kuran yazan kapağı sıyırıyor ve okuduğu ayetlerin İncile ait olduğunu söylüyor. O ana kadar derin yorumlar yapan vatandaşlar “aaa nasıl olur, İncil’de de mi böyle şeyler var?” var diyerek şaşkın şaşkın özür beyan etmeye başlıyorlar.
Bu deneyin benzerini daha önce Türkiye’de yapmışlardı. Bu defa İncil kapağının içinde Kuran vardı. İncil pasajı diye Kuran ayetlerini dinleyenler, İncilin bozulmuş olduğunu, duydukları şeylerin saçma olduğunu söylüyorlardı. Kapağın altındaki gerçek kitabı görerek okunan şeylerin Kuran ayeti olduğunu öğrendiklerinde ise “tercüme hatası vardır, Arapçası doğrudur ama Türkçesi yanlış” diyorlardı.
Avrupalıların ne İncili ne de Kuranı ciddiye almadıkları ortada. Sonuçta meseleye sosyolojik bir gözle bakıyorlar. Kutsal kitapları çoktan hayatlarından çıkartmışlar, dine ve dini kurumlara kültürlerini etkileyen unsurlardan sadece biri olarak bakıyorlar. Vahim olan bizim memleketteki durum. Bizde din ve dini kurumlar, Avrupa’dan farklı olarak hayatımızı düzenleyen değerlerin merkezi olarak görülüyor. Muhafazakar literatürde Hristiyan Avrupa söylemi sıkça kullanılır ama bugünkü Avrupa’ya Hristiyanlık atfetmek doğru değil. Ortada Hristiyan Avrupa falan yok. Hristiyanlığın savunucusu, koruyucusu olmak gibi bir endişesi de yok Avrupalıların. Bu yüzden Avrupalıların İncili veya Kuranı bilmesi veya bilmemesinin bir kıymeti de yok. “Müslümanlıkla yoğrulmuş” memleketimizin Kuran ve din bilgisi ise insanı hayrete düşürüyor. Bu deneylerin ezanlı, kelime-i şehadetli, siyerli olanları da var. Onları da izleyince insanın aklına olur olmaz sorular geliyor haklı olarak. Eğitimsizlik desek bu kadar Kuran kursununun, caminin, İmam hatip lisesinin, din kültürü dersinin, televizyon vaizlerinin varlığına ne diyeceğiz? İlgisizlik desek sürekli dinden söz edilen bir ülkede yaşadığımız gerçeğini nereye koyacağız.
Son dönemde bu konuyla ilgili birçok yazı yazıldı. Dini söylemler artıyor ama dindarlık artmıyor, aksine genç nesillerin dine yaklaşımı olumsuz bir yöne evriliyor yorumları yapılıyor. Bazı din adamları Türk gençliğinin deizme yöneldiklerini ifade eden konuşmalar yapıyorlar.
Bu yorumlar yapılırken garip bir şekilde hayatın her alanı için de dini referanslar aranıyor. Temel insani meselelerde bile önce bir din adamlarına soralım, onlar uygun bulursa yaparız anlayışı var. Dinimizde eğlenmek var mı, vatan sevgisi Kuranda var mı, aşırı derecede gülmek dinimize uygun mu, şarkı söylemek günah mı, saçımızı nasıl kestirmeliyiz, banyo yaparken soyunmaya dinimizin bakışı nedir gibi absürt mevzular her gün bir şekilde gündemimize geliyor. Din adamlarımız da her konunun neden kendilerine sorulduğunu sorgulamak yerine yöneltilen her soruya büyük bir memnuniyetle cevap yetiştiriyor.
Dinin bu denli yoğun şekilde konuşulduğu bir ortamda sokak muhabiri kelime-i şehadet getir deyince de sokağın yarısı kem küm ediyor. Bu işte bir tuhaflık var ama ne?