Ya Türkiye ya Türkiye

Geçen yıl konuşmacı olarak katıldığım, Rusya Bilimler Akademisi Avrupa Enstitüsü tarafından düzenlenen, “İslam ve Avrupa. İşbirliği Mümkün mü?” konferansı ile ilgili daha önce bir şeyler yazmak istemiştim ancak imkanım olmamıştı.

Bugün Rus blog sayfalarında gezinirken Avrupa-Rusya ilişkilerinin ele alındığı bir toplantının görüntülerine rastladım. Aralık ayının son haftasında yapılan geniş katılımlı yuvarlak masa çalışmasında Rusya’nın Avrupa Birliği ile son yıllarda yaşadığı gerginlikler ele alınmış ve işbirliği imkanları tartışılmış.

Toplantının ev sahipliğini, Rus Dışişleri Bakanlığının yayın organlarından biri olan İnternational Affairs dergisi yapmış. Rusya’nın önde gelen Avrupa uzmanları, siyasiler ve akademisyenler, Avrupa ile ilişkilerin düzelme imkanlarını ele alan konuşmalar yapmışlar. Yapılan konuşmalarda, Avrupa ile ilişkilerin kötüleşmesinin nedeninin büyük oranda Avrupa’nın Rusya’ya karşı takındığı Rusofobik yaklaşımlar olduğu savunuluyor ancak bozulan ilişkilerin bir şekilde düzeltilmesi ve işbirliği alanlarının bulunması gerektiği dile getiriliyor. Avrupa ile ilişkilerin ABD’nin tahakkümü ve ambargosuna takılmadan doğrudan yürütülmesinin doğru olacağı da özellikle vurgulanıyor katılımcılar tarafından. Son dönemde birçok Avrupa ülkesi büyükelçisinin Moskova’da çeşitli bakanlıklarla doğrudan temas kurarak ülkelerinin yatırımcıları için görüşmeler yaptığı bilgisi paylaşılıyor. Avrupa’nın, Rusya’nın en büyük ticari partneri olduğu gerçeğinin göz ardı edilemeyeceği ve her alanda olmasa bile bazı alanlarda pragmatik bir ortaklığın kurulmasının gerekliliğine vurgu yapılıyor.

Bu ifadeleri okuduğumda ekim ayında konuşmacı olarak davet edildiğim konferansta yapılan tartışmaları hatırladım. İslam ve Avrupa başlığı ile düzenlenen toplantıya ciddi uzmanlar ve akademisyenler katılıyordu. İslamın Avrupa için ne anlama geldiği, mülteci sorununun Avrupa’yı nasıl etkileyeceği gibi sorular masaya yatırılmıştı. Katılımcıların birçoğu, İslamın Avrupa’yı tehdit ettiği tezini tekrarlıyor, mülteci meselesinin Avrupa değerlerini yıkıma uğratacağını dile getiriyordu.

Söz sırası bana geldiğinde “Bu toplantı Rusya’da yapılıyor. Ama yapılan konuşmalara bakınca sanki Batı Avrupa’da bir yerde konuşuyormuşuz gibi bir izlenim edindim. Rusya’nın tarihsel olarak Avrupa ve İslamla ilişkilerinin boyutu ve niteliğini hepimiz biliyoruz. Günümüzde Rusya, dünya sisteminin değiştirilmesinden, tek kutuplu dünya düzeninin çok kutupluluğa evrilmesi gerektiğinden söz ediyor. Genel olarak biz de benzer şeyleri düşünüyoruz. Ancak gelin açık konuşalım. Müslümanlar dünya sisteminin neresinde temsil ediliyor? BMGK’da hiçbir Müslüman ülke yok. Türkiye’nin NATO üyeliğini saymazsak herhangi bir İslam ülkesinin uluslararası sistemde kendisine yer bulabildiğini söylemek imkansız. BMGK’nın 2.Dünya Savaşından sonra oluşan şartlarda galip devletlerin kurduğu bir mekanizma olduğu doğru. Geçtiğimiz yüzyılda bu yapı belki anlamlıydı da. Ama günümüzde 1,5 milyarlık Müslüman dünyası, herhangi bir temsile sahip olmadan dünya sisteminin üvey çocuğu muamelesi görüyor. İşin tuhaf yanı bunu değiştirmek için kimsenin adım atma isteği de yok. Herkes statükonun devam etmesinden yanaymış gibi davranıyor. Rusya gerçekten dünya sistemi ile ilgili başka türlü bir projeksiyona sahipse, Müslümanların da yoğun olarak yaşadığı bir ülke olarak bu konuları gündeme taşıyan devletelere destek verebilir. Hatta Müslümanların doğal müttefiki gibi davranabilir.Tarihe bakınca görüyoruz ki sıkıntılı bölgelerden yayılan göç dalgaları birçok büyük imparatorluğu yıkıma uğratmış. Şimdi herkes Müslümanları suçluyor. Avrupa’ya göç ederek Batıyı tehdit ettiklerini söylüyorlar. Müslümanlar ise, Batı bizi üç asırdır sömürüyor. Onlarla rekabet etmemiz mümkün değil. Fırsatını her bulduklarında bize savaş ilan ediyor ve ülkelerimizi yıkıma uğratıyorlar. Bu şartlar altında başka ne yapmamızı bekliyorsunuz diyerek çok haklı bir tepki ortaya koyuyorlar. Batının önünde yapması gereken bir seçim var. Ya Müslüman coğrafyayı işgal edilecek, sömürülecek bir yer olarak görmekten vaz geçecek yada milyonlarca insanın Avrupa’nın kapılarını ve duvarlarını yıkmasını seyretmek zorunda kalacak. Rusya’nın Müslümanlarla ilişkileri Batıdan farklı. Ve farklı olması gerekiyor.” şeklinde bir konuşma yaptım.

Diğer konuşmacıları dinlerken dikkatimi çeken, Rusyalı uzmanların ve akademisyenlerin Avrupa’yı nasıl kurtarabiliriz sorusunun cevabını arıyor olmaları idi. Ben de kendilerine, “Avrupa’nın nasıl kurtulacağını Avrupalılar düşünsün, Rusya ise Müslümanların dünya sisteminde temsil edilmeleri gerektiğini savunabilir, en azından Müslümanlara Avrupalılar gibi yaklaşmadığını gösterebilir” diyerek itirazda bulundum.

Toplantı sonunda bana yöneltilen sorular arasında her zamanki gibi “Batıdan yana mısınız yoksa Rusya ile birlikte misiniz?” sorusuna da muhatap oldum. Bu soru bütün mantıksızlığına rağmen hemen her ortamda sorulmaya devam ediliyor. Soğuk Savaş yıllarından kalma kategorilerle düşünen bir yığın insan var. Bunlara her defasında artık Batı ve Doğu diye bir kutuplaşmanın olmadığını, Soğuk Savaş döneminde yaşamadığımızı, çıkarlarımızın gerektirdiği her yerde herkesle işbirliği içinde olmaya çalıştığımızı anlatmak icap ediyor. Konuşmacılardan birinin “Ama Avrupa sizi 50 yıldır kandırıyor. Onlara sırtınızı dönün ve bizimle birlikte hareket edin” demesi üzerine, “Bu hareketi ilk olarak sizden bekliyoruz. Batı ile bütün ilişkilerinizi siz kestiğiniz zaman biz de belki sizi örnek alabiliriz.” demek zorunda kaldım.

Soğuk Savaş paradigmaları ile düşünmek sadece Rusya’ya özgü bir şey değil. Türkiye’de de bu yaklaşım hala geçerliliğini koruyor. Anlı şanlı gazeteciler, “Batı’dan koparak Rusya’ya mı yaklaşıyoruz?” gibi tuhaf cümleler kurabiliyorlar. Sanki ortadan ikiye ayrılmış bir dünya varmış da Türkiye bunların arasında kendine yer bulmak zorundaymış gibi bir algıyla hareket ediliyor. Oysa meseleye derinlemesine baktığımızda Doğunun da Batının da birbirine karıştığı, ölümüne rekabet edenlerin bile birbiri ile işbirliği yaptığı farklı bir dünya düzeninde yaşadığımızı görüyoruz. ABD’nin dev şirketleri, en büyük rakibi olan Çin’de üretim yapıyor. ABD, Çin üretimi malları en çok satın alan ülkelerin başında geliyor. İki ülke arasında 400 milyar doların üzerinde bir ticaret hacmi var. Oysa stratejik ortak olan Rusya ile Çin arasındaki ticaret hacmi 70 milyar dolar civarında. Avrupa ülkeleri bir yandan ABD’nin baskısı ile Rusya’ya yaptırım uyguluyor, diğer yandan bir şekilde işbirliğini sürdürmek için çaba harcıyorlar. Bütün siyasi krizlere rağmen Rusya ile Avrupa arasındaki ticaret hacmi 200 milyar doların altına inmiyor. Böyle bir ortamda iki kutuplu bir dünyada yaşıyormuşuz gibi değerlendirmeler yapmak hiçbir gerçeğe uygun düşmüyor. Tek kutuplu bir dünya yok artık ama iki kutuplu da değil ve olması da sözkonusu değil. Herkesin aynı anda hem rekabet ettiği hem de işbirliği yapmaya çalıştığı bir dünya var karşımızda. Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde de aynı şey söz konusu. Hem rekabet hem işbirliği devam ediyor. “Batıdan koparak Rusya’ya yaklaşmaktan” söz edenler ya ne söylediğini bilmiyor yada bilinçli bir manipülasyon yapıyor. Rusya’nın SSCB olmadığını, Batıya alternatif bir değerler sistemi veya ekonomi modeli ortaya koymadığını bilmeden ezberlenmiş kalıplarla yorumlar yapıyorlar. Birileri de, “Rusya ile yakınlaşmak çok tehlikeli” diyerek sanki Varşova paktına giriyor muşuz havası yayıyorlar.

Bu yorumları yapanlara sorulması gereken soru şu olmalı: “Dünyada her şeyi ile Rusya’ya bağlı bir ülke var mı? Rusya ile yakınlığından dolayı Batı ile ilişkilerini koparmış bir ülke bulunuyor mu?.” Bu soruların hepsinin yanıtı belli. Yok. Neden olmadığı da açık. Çünkü Rusya SSCB değil. Liberalizmi reddeden bir ekonomi modeline sahip değil. Büyük enerji şirketlerini istisna tutarsak, özel müteşebbisliğin geliştiği, Batılı teknolojileri transfer eden, internetin en yoğun kullanıldığı ülkelerden biri Rusya. Elitlerinin büyük kısmının Avrupa’da mal varlıkları edindiği, çocuklarının eğitimi için Avrupa üniversitelerini tercih ettiği bir ülke. Yani Rusya’nın kendisi Batı ile ilişkilerini koparmış değil ve koparma niyeti de yok. Rusya’da hiç kimsenin “Ya ABD ya İslam dünyası. Ya Avrupa ya Çin. Ya Slav dünyası ya Türkiye” gibi garip ve saçma öneriler yaptığını da hiç görmedim. Çünkü Rusya’nın kaderinin Rusya’nın menfaatlerine uygun olan yollardan geçtiğini ve bu yolların “ya şurası ya burası” şeklinde kategorik bakış açısı ile sınırlandırılmasının mümkün olmadığını aklı başında herkes anlıyor. Dolayısıyla merkezine Rusya’nın konulduğu plan ve öneriler geliştirilmeye ve olabildiğince karlı çıkılacak bir projeksiyon oluşturulmaya çalışılıyor.

Böyle bir ortamda Türkiye için “Ya Batı ya Rusya”, “Ya Batı ya İslam dünyası” gibi mantıken sakat ikilemleri gündeme getirmek bile saçmalık. Rusya’yı veya başka bir gücü Batının alternatifi gibi görmek, Türkiye gibi tarihsel olarak bölgesinde söz sahibi olmayı hak etmiş bir ülkeyle ilgili bu tür sözler sarf etmek ise özgüven sorununun açık bir göstergesi. Eski SSCB ülkelerinde bu tür tartışmaların anlamı vardır mutlaka. Ama Türkiye’de böyle bir üslubun kullanılması yanlıştır. Ülkesine saygı duyan hiç kimse ülkesinin kaderinin birilerine eklemlenmek olduğunu kabul edemez. Türkiye’nin yeri Batıdır diyen de aynı saygısızlığı yapmaktadır ve eziklik psikolojisi ile hareket etmektedir.

Rusya’nın eski SSCB bölgesini stratejik çıkar alanı olarak gördüğü ve burada bazı yapıları hayata geçirmeye çalıştığı doğru. Avrasya Ekonomik Birliği bunlardan biri. Ancak bu proje şu an Türkiye’yi kapsayan veya ilgilendiren bir mesele değil. Rusya’nın kendi yakın çevresi ile yürüttüğü bir çalışma var ortada. Türkiye bu sahada Rusya ile işbirliği yapabilir mi? Yapabilir. Yapmayabilir de. İki ülke de kendi çıkarlarına uygun olan duruma göre hareket eder. Buradan yola çıkarak Avrupa Gümrük Birliğine karşı Avrasya Gümrük Birliği, yada NATO’ya karşı Şangay gibi alternatifler ortaya koymak gerçekçi değil. Zaten, Türkiye gelsin bize üye olsun gibi bir teklif de yok ortada. Bu kısır tartışmalar yerine başka ülkelerle olduğu gibi Rusya ile de hangi alanlarda rekabet, hangi alanlarda işbirliği içerisinde olacağımızın analizini yapmak daha isabetli olacaktır. Birbirine birçok alanda ihtiyaç duyan iki büyük komşu olduğumuzu bilerek bu büyüklüğe uygun işbirliği imkanlarını aramalıyız.

Almanya veya Çin’le ilgili işbirliği imkanlarını konuşurken nasıl ki “Almanyacı veya Çinci” olmamız gerekmiyorsa Rusya ile de sağlıklı ve normal bir ilişki içerisinde olmamız gayet mümkün. Bunun için geçen yüzyıldan kalma paradigmaları bir yana bırakmak ve makul düşüncelerle yol almak gerekiyor.

Son olarak, “ya orası ya burası” diyerek kaderimize yön tayin etmeye çalışanlara “Ya Türkiye ya Türkiye” dışında bir seçeneğimizin ve yolumuzun olmadığını hatırlatalım.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s