ZAMAN: Zamanın var olup olmadığı, var ise kime göre ve neye, nereye göre var yada yok kabul edileceği binlerce yıldır tartışılmaya devam ediyor. İnsanlar içinde yaşadıkları şey içinde en belirgin varlık olan zamanın gerçek olabileceğini bir türlü kabul edememişlerdir. Kimileri zaman yoktur, varsa bile biz onu yok kabul etmeliyiz diyerek onu reddetmişlerdir. Diğer bir kısım hakim ve filozof ise zaman elbette vardır yoksa bile biz ona varmış gibi muamele etmeliyiz diyerek zaman ile ilgili münakaşaya katılmışlardır. Yunan filozoflarından birisi “zaman sizin babanızın oğlu değildir, onunla ilgili bu kadar rahat konuşmayınız” diyerek felsefe düşkünü hemşehrilerini durdurmaya çalıştıysa da bunda pek muvaffak olamamıştır. Yunanlılardan evvel Mısırlıların, Babillilerin, Sümerlerin ve adı bizce bilinen bütün kavimlerin ve devletlerin zaman denen nesne ile pek çok meşgul oldukları türlü alet edevat ile bu garip şeyi ölçmeye çalıştıklarını müşahede ediyoruz. Mukaddes kitapların anlatmayı pek sevdikleri bütün efsaneler nihai noktada zamanın başlangıcını, sonra kesintiye uğramasını, sonra yine devam etmesini ve bu süreklilik içinde varlıkların geçirdikleri aşamaları dile getirir. Bu hikayelerin birçoğu günümüz insanı için inanılması imkansız olan şeylerdir. Ancak zamanın sihirli tarafı, onun ilerledikçe insanları efsane ve masallara inanmaya daha meyilli kılmasıdır.
Romalıların zamanla ilgili tasavvurları “şu kadar adam öldürdük, şurayı aldık, burayı kaybettik ve bunlar şu kadar zamanda meydana geldi” gibi ifadelerde dile gelmektedir. Romalılardan sonra gelen kavimlerle ilgili de bir şeyler söylemek isterdim ama bundan çekindiğimi itiraf etmeliyim. Roma’dan sonra kime dokunsak bugünkü torunları “atalarımıza dil uzatma, yolarız dilini” diyerek bize müdahale etmeye kalkacağından zamanla ilgili tarihi izahları şimdilik bir kenara bırakarak kendi görüşümüzü ifade etmek istiyorum.
(Ama kendi görüşümüze geçmeden evvel Müslümanların ve bilhassa Türklerin her konuda olduğu gibi zaman konusunda da insanlığın en ilerisinde görüşler dile getirdiklerini söylemekle iktifa edelim. Edelim ki bilinsin ve ecdadımızın yüceliği ve ihtişamı dost düşman cümle alem tarafından tekrar tekrar tefekkür edilsin.)
Bizce zaman ne vardır ne yoktur, varsa bile biz onu yok gibi kabul etmeliyiz diyen filozofların görüşleri bizce galip gelmiştir. Einstein’in rölativite/görecelik adıyla anılan teorisi her ne kadar zaman ve mekanın bizim algıladığımız gibi düz ve değişmeyen şeyler olmadığını göstermiş olsa da günümüz dünyasında insanların birçoğunun zamanın değiştiği ve ilerlediğine dair herhangi bir kanaate sahip olmadıklarını görüyoruz. Birçoğumuzun his ve düşünce dünyasının bundan binlerce yıl önceki olaylara, kahramanlara ve fikirlere göre şekillendiği ortadadır. Bu yüzden zaman aslında varsa ve hükmünü alemde icra ediyorsa bile insanların beynine hükmetmekte pek muvaffak olamadığını söylemek mümkündür.
Bu durum ahir zamanın bu kadar uzun sürmesiyle ilgilidir diye düşünmekteyiz. Yani son iki bin yıldır ahir zamanda yaşıyoruz. Ne zaman birileri yeter artık yeni bir şeyler yapalım, yaşayalım diye ortaya çıksa “ahir zamandayız, zaten az zaman kaldı, bu zamanı da bize zehir etmeyin” diyerek kendisine mani olunmaya çalışılmıştır. Bu yüzden “ahir zaman” gerçekten tehlikeli bir şeydir. Ama onun tehlikesi bu zamanın kötülüklerin beşiği olmasıyla ilgili değil, bizzat bu kavramın varlığının insan beyninde bir tıkanmaya sebep olmasıyla ilgilidir. (bkz zamanın sonu, zamanın sahibi, zamansız ölüm…vd.)